29 Mart 2013 Cuma

Hoşçakalan Olmak


Güzel bir yaz günüydü. Güzel bir parkta, denizi farklı tonlarıyla izleyebileceğim bir banka iliştim. Hani insanın düşünmeye ihtiyacı olur da düşünmek için bir mekana muhtaç kalır. Tam sevdiğim gibi bir yerdi. Yüzümde tatlı bir sıcaklık… Şımarık martıların sesi, parkta oynayan çocuklarınkine karışırken yavaş yavaş sıyrıldım bu dünyadan. Düşünüyordum. İçim sıkılıyordu ama düşenebildiğim için mutluydum. Böyle bir manzarayı içime çekmek hoştu.


İçim sıkılıyordu. Çünkü kendimi liman gibi hissediyordum. Gemileri kıskanıyordum. Demirini atan bir süre sonra alıp başını gidiyordu. Düşünüyordum…

Kaç gemi geçerse geçsin hep limansındır. Gelenler gidenler, gelirler giderler sen hep ordasındır. Kimi gelir yükünü boşaltır. Kimi gelir yükünü alır. Gelen bir şeyler koparır senden, giden ruhunun yükünü üstüne boşaltır. Elin kolun bağlıdır. Gidenin ardından elini bile sallayamazsın.

Hiç düşünmeden sarfedilir “Hoşça kal.” “İstiyor musun?” diye sorulmaz. En sık kullanılan, en çok duyulan, en anlamsız; iyi bir dilek olmayı başaramayan bir istek olur bazen. “Hoşça kal”

Kalmak istemezsin. Giden seni yanına almak da istemiyordur. Ruhun onunla gider, bedenin kal denilen yerde kalır. Alınırsın. “Gitme” diyemezsin. Susar ve her gidenin ardından daha da yalnızlaşırsın. “Güle güle” diyemezsin, bazen de demezsin. Aldığın en büyük intikam bu olur bazen. Gideni iyi bir dilekten mahrum bıraktığını sanırsın.

Hep giderler. Tonlarca yükü ruhunun üstüne boca ederek terk ederler. Giden gittiğinden memnun. Kalanın hali sadece Allah’a malum. Zaman geçer, kaç defa “Hoşçakalmaya” mahkum, kaç defa olduğun yere sürgün edildiğini bile unutursun. Sonra gidenleri unutursun. Sonra unutursun. Ne zaman bir hatıra lazım olup ta elini attığında hafızana hiçbir şeyin kalmadığına şahit olursun.

Yalnızlığının en derin anında hatıralardan da yoksunsundur artık. Yalnızlığını unutmak için kendini unutmak zorunda hissedersin. Çünkü kendini unutursan yanına bir dost aramayacağını fark edersin. Fark ettiğin anda varlığının farkına varırsın. Farkında olmadan kendini unutmaya çalışırsın ve çalıştıkça farkındalığın artar. 

Çektiğin acı artar. “Sarhoş olmalıyım”, “uyuşmalıyım” dersin. O zaman unutacağını hayal edersin. Bir adım sonrasında ayılacağını fark ettiğinde sarhoş olmaktan da vazgeçersin.

Şimdi ne zaman biri “hoşça kal” dese, ağır bir hakarete maruz kalmış gibi burkuluyor içim. Hoşçakalan olmak… Ne büyük bir zulüm… Sokaklarım yalnızlığın istilasında kalmışçasına bir iç savaşa sürükleniyorum. İsyanın eşiğinde duygularım gözlerimden fışkırıp kalbimi sular altında bırakacakmış gibi hissediyorum.

Zaman en iyi ilaç derler. Bir merhem gibi sürebilir misin gidenin bir parçanı koparıp gittiği yere. Bir şurup gibi içebilir misin hazmedemeyişine. Dilinin altına koyup kalbini dizginleyebilir misin hap gibi. Zaman akar, zaman geçer… Ama sen hep olduğun yerde bekliyorsan ve gönderdiklerin artık dönmeyecekse ve hala yenilerini gönderiyorsan ve hala yalnızsan, zaman seninle alakalı bir kavram değildir. Zamanın problemi cesetledir ve sen cesetten bir fazlasıysan, zaman sadece bir göstergedir. Gidenin gittiğinden beri ne kadar gittiğini gösteren bir gösterge… Sen hep hoşçakalansan zaman yekpare bir acıdır içinde.

“Hoşça kal” en riyakar temennidir benzerleri arasında. Gidenin gidişini gizleme çabasıdır. Bir dua değildir mesela “Allah’a emanet ol” gibi. Emanet edersen sahiplik beyan edersin. “Allah’ım benim adıma ona bak, onu koru” dersin. O duada gizli bir dönmek olur. “Kendine iyi bak” desen, “Sen bana lazımsın” anlamına gelir. “Görüşmek üzere” desen “bekle” veya “gel” veya “buluşma” saklar içinde. Hani “hoş geldin”deki “hoş” ile “hoşça” kelimesi bir birine yaklaşmaz bile. Giden hoş kalmanızı değil “hoş gibi” olmanızı ister. Gidişinden memnun kalmanızı da istemez. Üzülmenizi ama hoş gibi durarak şirinlik yapmanızı ister.

Güzel bir yaz günü, güzel bir parkta bir bankın üstüne oturursunuz. Öyle bir manzara vardır ki ruhunuz zevkten zevke uçar. Mutlu olursunuz. Tam kalkıp oradan ayrılmak için hareketlendiğiniz sırada en sevdiğiniz pantalonun arkasına bir sakız yapıştığını fark edersiniz. O güzel tatlı hislerden sonra canınız sıkılır ve o sakız orada yapışıp kalır. Ne yapsanız kalır lekesi. Hoşçakalmak ruhunuzda kalan o leke gibidir işte. İstemeseniz de eliniz oraya gider ve söküp atmak istersiniz lekeyi. Sonra ne zaman güzel bir manzara görseniz içiniz sıkılır. Manzaradan önce oturacağınız yeri kontrol edersiniz. Aklınızda sakız lekesi…

Şimdi yalnızlığımı bozmamaya dikkat ediyorum. Ne zaman “hoş geldin” diyecek olsam “hoşçakalan” olmanın tedirginliği düşüyor aklıma. Gelenler şaşırıyor paranoyaklığıma. Kötü olan ben oluyorum. Misafirperverliğim beğenilmiyor. Diyemiyorsun ki “hoşçakalmak” istemiyorum.


Emir Fatih Karaşahan - Ankara

http://twitter.com/emirfatih

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkür ederim. En kısa zamanda kontrol ederek yayınlamaya çalışacağım. İyi günler...